Nerede O Eski Bayramlar…
Nerede O Eski Bayramlar…
Yaklaştıkça kalbimizi hem heyecanla hem de hüzünle dolduran bir vakit var yine: Kurban Bayramı.
Sokaklara yayılan taze et kokusu, camiden yükselen bayram namazı tekbirleri, çocukların gözlerinde parlayan bayramlık sevinci... derken, yine dilimize düşüyor o içli cümle:
“Nerede o eski bayramlar…”
Zamanın ağır ağır aktığı, insanların birbirine daha çok kıymet verdiği o günlerde bayram sadece bir tatil değil, bir vuslattı. Hasretlerin buluşması, dargınlıkların barışmasıydı. Sabahın erken saatlerinde sokaklarda yankılanan çocuk sesleri, fırından yeni çıkmış pidelerin dumanı arasında kaybolurdu. Şimdi pencereden dışarı bakınca o eski telaşı değil, çoğu zaman sessizliği, telaşsızlığı görüyoruz.
Eskiden bayram hazırlığı bir heyecandı. Bayramlık ayakkabılar kutularında sabırsızlanır, çocuklar geceden yeni giysileriyle uyumaya çalışırdı. Şimdi AVM ışıkları altında kampanya kovalamak bir “gelenek” oldu. Bayramlar sofrada değil, telefonda kutlanır hale geldi. Bir zamanlar sadece bir mendil içinde saklanan harçlıklar, şimdi banka uygulamalarında soğuk rakamlara dönüştü.
Ekonomi, artık bayramın gölgesine bile düşüyor. Bir zamanlar her evde kaynayan kurban tencereleri, bugün bir hayli azaldı. Etin kilosu, çocukların gözlerindeki neşeyle yarışamaz hale geldi. Sadece sofralar değil, duygular da daraldı. Kimi kurban kesecek eti bulamazken, kimi yalnızlık içinde bir hatırlanma bekliyor.
Ama bir zamanlar öyle miydi? Her evin kapısı açıktı. Üç tabak fazla pişirilirdi, komşuya da yollanırdı. Kurban eti sadece kesilmezdi; paylaşılır, bereketlenirdi. Şimdi paylaşmak yerine “yetirmek” derdindeyiz. Paylaştıkça çoğalan bayram ruhu, bugün tasarrufla boğuşan hanelerde sessiz sedasız bekliyor.
Bayram eskiden bir şölendi. Mahallece yapılan kahvaltılar, köyden gelen akrabalar, birlikte yenen pidenin kıtır ucu bile hatırdı. Şimdi o sofralar biraz daha küçük, o kahkahalar biraz daha kısık. Belki de mesele, zamandan çok zamansızlıktır. Belki de biz o eski bayramlarda sadece çocuk değil, daha çok insandık.
Ve en acısı da şu belki: Bayram geldiğinde artık bir eksiklik hissediyoruz. Takvimde yerini alıyor ama kalbimizde aynı yere oturmuyor. Belki de “bayram” hala orada bir yerlerde bizi bekliyor ama biz başka yerlere savrulduk.
O yüzden diyorum ki, bu Kurban Bayramı’nda bir kapıyı çal. Bir sofraya otur, bir çocuğun başını okşa. Komşuna bir tabak et götür, sevdiklerini sadece satırlarda değil, kalpten kutla. Bayramı dışarıda değil, içinde ara. Belki o zaman cevabı buluruz o içli sorunun:
“Nerede o eski bayramlar?”
Belki de hala bizde…
Yeter ki unuttuğumuz yerden hatırlayalım.
Çağatay Durmuş