Her gün sayfalarımıza düşen haberlerin çoğu, Samsun’un gelişme çabalarıyla, yeni yatırımlarla ve sanayi kuruluşlarının adımlarıyla ilgili olunca keyiften kendimi alamıyorum...
Kimisi umut verici, kimisi tartışmalı. Ancak bir gerçek var ki, bu şehir artık yerinde saymıyor...
Değişiyor, dönüşüyor ve büyüyor...
İşte tam da bu noktada biz gazetecilere düşen görev; sadece olup biteni yazmak değil, aynı zamanda olup bitene yön vermek, katkı sağlamak ve doğru ile yanlışı ayırt edebilmek olmalı...
Sanayi yatırımları geldiğinde, yeni girişimler duyurulduğunda, şehirde hareketlilik başladığında, çoğu zaman tepkiler ikiye ayrılıyor.
Kimileri şehre çakılacak her çiviyi sevinçle karşılıyor, kimileri ise kuşkuyla yaklaşıyor...
Elbette sorgulamak, araştırmak, kamu yararını gözetmek görevimizdir. Ancak yapıcı olmak ile yıkıcı olmak arasındaki çizgiyi kaçırdığımızda, bizler de bu şehre zarar verenlerden oluruz...
Yatırımcıya güven vermeyen, sürekli eleştiren, ötekileştiren bir dil; sadece haberin değil, şehrin de önünü tıkar...
Samsun gibi gelişmekte olan bir şehirde basının en büyük görevi, vizyon çizen, ilham veren ve yol gösteren bir rol üstlenmektir...
Çünkü bu şehir sadece bugünü değil, geleceği de taşıyor. O gelecek bizim çocuklarımızın geleceği...
Kaldı ki Samsun’da bir fabrikanın açılması, sadece ekonomik bir gelişme değildir. Aynı zamanda istihdam, sosyal kalkınma ve şehrin kimliği açısından da büyük bir adımdır...
Elbette yanlış işler varsa, bunu yazmak, kamuoyunu bilgilendirmek bizim boynumuzun borcudur. Ancak bu eleştiriler yıkmak için değil, daha iyisini sağlamak içindir. Yani mesele, nasıl baktığımızla ilgilidir.
Eğer biz gazeteciler olarak bu şehirde taş üstüne taş koyan herkesi destekler, katkı sunar, yanlışları yapıcı biçimde ortaya koyarsak; o zaman gerçek anlamda mesleğimizi yapmış oluruz. Ancak sırf konuşmak, sırf eleştirmek, sırf bir şey söylemiş olmak için yazmak, kusura bakmayın ama bu sadece sinek vızıltısıdır...
Bugün bir yatırımcı gelip Samsun’a yatırım yapıyorsa, burada bir fabrika açmak istiyorsa, buna sadece ekonomik bir hamle olarak değil, aynı zamanda bir güven göstergesi olarak da bakmalıyız...
Çünkü kimse, kendini güvende hissetmediği, destek görmediği bir yere kolay kolay yatırım yapmaz...
Bizim görevimiz, bu güven ortamını güçlendirmek. Bu şehirde bir çivi çakanı, ellerimizin avuçları patlayana kadar alkışlamaktır..
Şehre zarar verenlerin karşısında ise tek ses olup durabilmeliyiz. İşte o zaman gerçek bir basın mensubu oluruz. O zaman bu şehrin gelişimine katkı sağlarız...
Unutmayalım: Ürmesini bilmeyen köpek, sürüye kurt getirir.
Biz ya bu şehri birlikte büyüteceğiz, ya da birbirimizi yıpratarak yerimizde sayacağız. Tercih bizim. Ama ben bu şehir adına umutluyum. Yeter ki birbirimize sahip çıkalım, destek olalım ve aynı hedefe yürüyelim.