cevat oncu
Yasemin Bilgi
Köşe Yazarı
Yasemin Bilgi
 

Zeytinyağlı yiyemem aman!..

 Siz şekerli sana yağlı ekmek bilir misiniz? Bu ARA öğünle, hatta kimi yerlerde ANA öğünle büyüyenler var mı aranızda? Ben anne babası çalışan, memur bir ailenin çocuğuydum ama benim de en iyi öğünümdü şekerli sana yağlı ekmek. Yaşım ilerledikçe geçmişe bağlılığım daha çok artıyor farkındayım.. Anılar en ufak bir tetikleyicide hemen harekete geçiyor. Şekerli yağlı ekmek gibi..Şimdi nereden aklınıza geldi diyeceksiniz? Aslında yeni gelmedi, zaten birkaç gündür beni dürtüklüyor, “yaz bunu” diye ? Geçen gün, kaldırımda oturan dilenci kadının çocuğunun elinde, üzerine sarelle sürülmüş bir dilim ekmek gördüm. Nasıl kalkınmışız ülke olarak, refah seviyemiz nasıl yükselmiş ki; dilenci kadın bile çocuğunun eline duygu sömürüsünü arttırmak için  sarelleli ekmek veriyor. Çağ atlıyoruz maşallah.. Çocuğun elinde onu görünce çocukluğuma gittim yine.  Bizim çocukluğumuzda dilenci kadınların çocuklarının elinde kuru ekmek, alt gelir grubundaki çocukların elinde salçalı ekmek, biz memur çocuklarının elinde de, sana yağının üzerine toz şeker serpilmiş, sana yağlı ekmek olurdu. O zamanlar; sokakta oynayan çocukların elindeki ekmek diliminden, çocukların nasıl bir gelir düzeyi olan aileden geldiği anlaşılırdı. Sana yağı az bulunan, çok gerekli olan, ekmekle eş değer, olmazsa olmaz bir besin maddesiydi, neredeyse temel gıdaydı anlayacağınız. Mutfağında sana yağı kullanan ev hanımları, üst düzey gelir gurubunda yer alırdı. Dar gelirli ailelerin mutfağında ise Vita yağı kullanılırdı . Bu yağ; kiloluk teneke kutularda satılırdı. Onun bile kuyruğu olurdu, bazen o bile bulunmazdı piyasada.. Tabii o zamanlar; değerli fitoterapi uzmanı Ümit Aktaş daha küçük bir çocuktu, doktor olmamıştı. Onkoloji uzmanı Erkan Topuz hoca da profesör.... İnsanları bu konuda aydınlatacak, bilinçlendirecek kimsecikler yoktu.. Ya da vardı da.. Konuşamıyorlardı. Herkes, sana yağını gerçekten besleyici bir gıda sanıyordu. Az bulunduğu ve bazen karaborsa satıldığı için de, meşhur “sana yağı kuyrukları” deyimi o tarihlerde girmişti güzel Türkçemize, yeni bir deyim olarak.. Annelerimizin; bir kaç kuyruğa birden, aynı anda girmek zorunda olduğu için, her bir çocuğunu,bir başka kuyrukta sıraya soktuğu zamanlardı.. Biz çocukların da küçücük cılız bedenlerimizle, mahalledeki şişko teyzelerin göbekleri ve popoları arasında nefes almaya çalıştığımız, hatta bu  kadınların kavgaları arasında kalıp, dayak yiyerek eve döndüğümüz  zamanlardı. Babam “zeytinyağlı yiyemem aman, basma da fistan giyemem aman” türküsünü söylerken, çok sevgili Canan Karatay Hoca daha Amerika’dan Türkiye’ye kesin dönüş yapmamıştı. Biz de o türküyü; Amerikalıların, ellerinde kalan kendi mısırözü yağı stoklarını eritmek için, para karşılığında yazdırdıklarını öğrenmemiştik. Bursa  yöresine ait bu türkü 2 Kasım 1954 tarihinde İhsan Kaplayan’ dan kaynak gösterilerek, Muzaffer Sarısözen tarafından derlenmişti. Amerika elinde kalan mısır özü yağı stoklarını eritmenin yolunu; Marshall Yardımı paketi denilen bir algı operasyonuyla bulmuş ve bu yağları bizlere tabiri yerindeyse “ kakalamıştı. ” Buna koşut olarak  da, Türkiye’de ilk margarin fabrikası kurulmuş ve insan sağlığına hiç bir faydası olmayan “hidrojene nebati yağ”ları satın alabilmek için, metrelerce yağ kuyrukları oluşturulmuştu. Yine aynı dönemde; yüz binlerce zeytin ağacı sökülerek de,  bir doğa katliamı yapılmıştı Ege ve Marmara topraklarında.. Kalan zeytin ağaçlarından elde edilen zeytinyağının büyük bölümü de, Amerika tarafından, dolar karşılığı alınmış ve mısırözü yağı, TL karşılığı satılmıştı. Ne yazık ki ;Türk insanı olarak zeytinyağından ve tereyağından soğutularak, mısırözü yağına ve margarine alıştırılmıştık hiç çaktırmadan. Öyle bir algı operasyonu yapılıyordu ki o zamanlar; Beşikdüzü’’nden gelirken, rahmetli dedemin getirdiği mis gibi tereyağlarından da kaçar olmuştuk, eriyince pis kokuyor diye!!... Varsa yoksa sana yağı...Sokakta oynarken; (Bizim zamanımızda çocuklar sokakta oynardı) en büyük lüksümüzdü, sıkışınca koşa koşa gittiğimiz evden, elimizde şekerli sana yağlı ekmekle geri dönmek. Bir nesil yetişti bu ara öğünle, temel gıda diye beslenerek.    Şimdi yaşıtlarımın,  mahalle arkadaşlarımın, torba torba ilaçları var. Bazıları ara öğün olarak, bazıları da ana öğün olarak ilaç tüketiyor. Keşke;  Allah uzun ömürler versin Canan Karatay Hoca, daha önce Amerika’dan kesin dönüş yapsaydı da; biz  de bazı gerçekleri, daha önce öğrenseydik. Göbekleri ve popolarının arasında, küçücük bedenlerimizle sıkışıp kaldığımız tonton teyzeler de, damar tıkanıklığı, kalp, şeker, tansiyon gibi hastalıklardan dolayı rahmetli olmasalardı. Ya da o zamanlar ek gıdalarla tanışsaydık, şimdilerde olduğu gibi. Mekânları cennet olsun, yağ kuyruklarının tonton teyzeler inin.. Nur içinde yatsınlar hepsi.. Akşam akşam rahmet istediler demek ki.
Ekleme Tarihi: 13 Aralık 2021 - Pazartesi

Zeytinyağlı yiyemem aman!..

 Siz şekerli sana yağlı ekmek bilir misiniz? Bu ARA öğünle, hatta kimi yerlerde ANA öğünle büyüyenler var mı aranızda? Ben anne babası çalışan, memur bir ailenin çocuğuydum ama benim de en iyi öğünümdü şekerli sana yağlı ekmek.

Yaşım ilerledikçe geçmişe bağlılığım daha çok artıyor farkındayım.. Anılar en ufak bir tetikleyicide hemen harekete geçiyor.

Şekerli yağlı ekmek gibi..Şimdi nereden aklınıza geldi diyeceksiniz? Aslında yeni gelmedi, zaten birkaç gündür beni dürtüklüyor, “yaz bunu” diye ?

Geçen gün, kaldırımda oturan dilenci kadının çocuğunun elinde, üzerine sarelle sürülmüş bir dilim ekmek gördüm. Nasıl kalkınmışız ülke olarak, refah seviyemiz nasıl yükselmiş ki; dilenci kadın bile çocuğunun eline duygu sömürüsünü arttırmak için  sarelleli ekmek veriyor. Çağ atlıyoruz maşallah.. Çocuğun elinde onu görünce çocukluğuma gittim yine.

 Bizim çocukluğumuzda dilenci kadınların çocuklarının elinde kuru ekmek, alt gelir grubundaki çocukların elinde salçalı ekmek, biz memur çocuklarının elinde de, sana yağının üzerine toz şeker serpilmiş, sana yağlı ekmek olurdu.

O zamanlar; sokakta oynayan çocukların elindeki ekmek diliminden, çocukların nasıl bir gelir düzeyi olan aileden geldiği anlaşılırdı. Sana yağı az bulunan, çok gerekli olan, ekmekle eş değer, olmazsa olmaz bir besin maddesiydi, neredeyse temel gıdaydı anlayacağınız. Mutfağında sana yağı kullanan ev hanımları, üst düzey gelir gurubunda yer alırdı. Dar gelirli ailelerin mutfağında ise Vita yağı kullanılırdı . Bu yağ; kiloluk teneke kutularda satılırdı. Onun bile kuyruğu olurdu, bazen o bile bulunmazdı piyasada..

Tabii o zamanlar; değerli fitoterapi uzmanı Ümit Aktaş daha küçük bir çocuktu, doktor olmamıştı. Onkoloji uzmanı Erkan Topuz hoca da profesör....

İnsanları bu konuda aydınlatacak, bilinçlendirecek kimsecikler yoktu.. Ya da vardı da.. Konuşamıyorlardı. Herkes, sana yağını gerçekten besleyici bir gıda sanıyordu. Az bulunduğu ve bazen karaborsa satıldığı için de, meşhur “sana yağı kuyrukları” deyimi o tarihlerde girmişti güzel Türkçemize, yeni bir deyim olarak.. Annelerimizin; bir kaç kuyruğa birden, aynı anda girmek zorunda olduğu için, her bir çocuğunu,bir başka kuyrukta sıraya soktuğu zamanlardı.. Biz çocukların da küçücük cılız bedenlerimizle, mahalledeki şişko teyzelerin göbekleri ve popoları arasında nefes almaya çalıştığımız, hatta bu  kadınların kavgaları arasında kalıp, dayak yiyerek eve döndüğümüz  zamanlardı. Babam “zeytinyağlı yiyemem aman, basma da fistan giyemem aman” türküsünü söylerken, çok sevgili Canan Karatay Hoca daha Amerika’dan Türkiye’ye kesin dönüş yapmamıştı. Biz de o türküyü; Amerikalıların, ellerinde kalan kendi mısırözü yağı stoklarını eritmek için, para karşılığında yazdırdıklarını öğrenmemiştik. Bursa  yöresine ait bu türkü 2 Kasım 1954 tarihinde İhsan Kaplayan’ dan kaynak gösterilerek, Muzaffer Sarısözen tarafından derlenmişti. Amerika elinde kalan mısır özü yağı stoklarını eritmenin yolunu; Marshall Yardımı paketi denilen bir algı operasyonuyla bulmuş ve bu yağları bizlere tabiri yerindeyse “ kakalamıştı. ”

Buna koşut olarak  da, Türkiye’de ilk margarin fabrikası kurulmuş ve insan sağlığına hiç bir faydası olmayan “hidrojene nebati yağ”ları satın alabilmek için, metrelerce yağ kuyrukları oluşturulmuştu. Yine aynı dönemde; yüz binlerce zeytin ağacı sökülerek de,  bir doğa katliamı yapılmıştı Ege ve Marmara topraklarında.. Kalan zeytin ağaçlarından elde edilen zeytinyağının büyük bölümü de, Amerika tarafından, dolar karşılığı alınmış ve mısırözü yağı, TL karşılığı satılmıştı.

Ne yazık ki ;Türk insanı olarak zeytinyağından ve tereyağından soğutularak, mısırözü yağına ve margarine alıştırılmıştık hiç çaktırmadan. Öyle bir algı operasyonu yapılıyordu ki o zamanlar; Beşikdüzü’’nden gelirken, rahmetli dedemin getirdiği mis gibi tereyağlarından da kaçar olmuştuk, eriyince pis kokuyor diye!!... Varsa yoksa sana yağı...Sokakta oynarken; (Bizim zamanımızda çocuklar sokakta oynardı) en büyük lüksümüzdü, sıkışınca koşa koşa gittiğimiz evden, elimizde şekerli sana yağlı ekmekle geri dönmek. Bir nesil yetişti bu ara öğünle, temel gıda diye beslenerek.

   Şimdi yaşıtlarımın,  mahalle arkadaşlarımın, torba torba ilaçları var. Bazıları ara öğün olarak, bazıları da ana öğün olarak ilaç tüketiyor. Keşke;  Allah uzun ömürler versin Canan Karatay Hoca, daha önce Amerika’dan kesin dönüş yapsaydı da; biz  de bazı gerçekleri, daha önce öğrenseydik. Göbekleri ve popolarının arasında, küçücük bedenlerimizle sıkışıp kaldığımız tonton teyzeler de, damar tıkanıklığı, kalp, şeker, tansiyon gibi hastalıklardan dolayı rahmetli olmasalardı. Ya da o zamanlar ek gıdalarla tanışsaydık, şimdilerde olduğu gibi.

Mekânları cennet olsun, yağ kuyruklarının tonton teyzeler inin.. Nur içinde yatsınlar hepsi..

Akşam akşam rahmet istediler demek ki.

Yazıya ifade bırak !
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.