Toplumların çöküşü bir anda gerçekleşmez. Sessiz, adım adım ve göz göre göre gelir. Ve işin acı tarafı, çoğu zaman insanlar bu gidişi fark etmez ya da fark etse bile görmezden gelir.
Bugün dönüp Samsun’a baktığımızda, bu çöküşün işaretlerini görmek mümkün. Dayanışma yok oluyor. Oysa bu şehirde komşuluk vardı, imece vardı, birinin derdi hepimizin derdiydi. Şimdi kapılar kapalı, insanlar yalnız, esnafın kepenk indirmesi bile kimsenin dikkatini çekmiyor.
Üretim zayıflıyor. Samsun, bir zamanlar tarım ve ticaret şehriydi. Tütünüyle, fındığıyla, balıkçılığıyla ayakta duran bir kentti. Bugün üretim alanlarımız daraldı. Tarlalar boş, deniz bereketini kaybetmiş. Buna karşılık tüketim çılgınlığı artıyor. Sadece tüketen bir toplumun geleceği olmaz.
Bir başka yara ise liyakat ve adalet… İşin ehline verilmediği, torpilin ve kayırmacılığın öne çıktığı yerde umutlar kırılıyor. Gençler, “ben ne yaparsam yapayım hakkımı alamam” diyerek başka şehirlere, başka ülkelere göç ediyor. Her yıl binlerce Samsunlu gencin geri dönmemek üzere ayrılması, aslında bu şehrin sessiz çöküşüdür.
Daha da kötüsü, değerlerimiz ters yüz oldu. Emek veren, iş üreten, alın teri döken değil; gösteriş yapan, yalakalıkla öne çıkan alkışlanıyor. Toplumun gözünde gerçek kahramanlar değil, sahte parıltılar değer görüyor.
Ve en tehlikelisi: Bütün bunların normalleşmesi. Adaletsizliği, umutsuzluğu, üretimsizliği kabullenmemiz… “Zaten hep böyleydi” deyip susmamız. İşte asıl çöküş buradadır.
Oysa Samsun, tarihinin her döneminde ayağa kalkabilmiş bir şehir. Kurtuluş mücadelesinin başladığı bu topraklarda hâlâ umut var. Yeter ki dayanışmayı yeniden hatırlayalım, üretime sahip çıkalım, gençlerimizin umudunu kaybetmesine izin vermeyelim.
Unutmayalım: Çöküşü sessizce izlemek kolaydır, ama ayağa kalkmak cesaret ister. Şimdi soru şu: Biz Samsun olarak, bu gidişi görmezden gelenlerden mi olacağız, yoksa değiştirmek için sesini yükseltenlerden mi?