Sokağa çıktığınız anda ilk çarpan şey artık mevsim değil, insanların yüzüne yerleşen o koyu gölge… Eskiden göz göze geldiğimizde en azından hafif bir tebessüm, bir selam, bir “kolay gelsin” eksik olmazdı. Bugün ise sokakta, trafikte, markette insanların bakışları keskinleşmiş, ses tonları yükselmiş, sabır eşikleri iyice daralmış durumda. Ülke ekonomisi sadece cüzdanları küçültmüyor; toplumsal ilişkilerin bağ dokusunu da tek tek koparıyor.
Market kasasında çıkan bir tartışma, trafikte küçücük bir yanlış selektör, sırada birkaç saniyelik gecikme… Herkesin yüreği ağzında, herkes patlamaya hazır. Oysa bir toplumun en temel dayanma gücü, önce birbirine gösterdiği saygıdır. Ekonomik yük ağırlaştıkça insanlar kendilerini savunmasız hissediyor, en ufak uyarıyı bile tehdit gibi algılıyor. Çünkü kaygı sadece bugünün değil, yarının da üzerine çökmüş durumda.
Ekonomik tablo toplumu neden bu hale getirdi? Çünkü artık geçim, bir ev masrafı olmaktan çıktı; 24 saatin merkezine oturdu. İnsanlar sadece çalışarak değil, düşünerek bile yoruluyor. Aylık gelir hesabı yaparken yoruluyorlar. Bir sonraki faturayı nasıl ödeyeceğini düşünürken yoruluyorlar. Çocuklarının geleceğini planlarken yoruluyorlar. Bu yorgunluk, psikolojinin en kırılgan noktasında kendini dışarı vuruyor: toplumsal tahammülsüzlük.
Eskiden “ekmek kavgası” bir deyimdi, bugün bireylerin neredeyse tüm hayatı. Asgari ücretlinin, emeklinin, esnafın, çiftçinin, memurun aynı ortak cümlede buluştuğu bir dönemden geçiyoruz: “Yetişemiyorum.” Bu yetişememe hali, toplumun sosyal ilişkilerine de yetişememesine neden oluyor.
Bir ülkenin ekonomik düzeni, toplumun ruh halini belirler. Ekonominin bozulduğu dönemler sadece rakamların düştüğü veya yükseldiği dönemler değildir. Ekonomi, vatandaşın ruh halidir, özgüvenidir, geleceğe bakışıdır. Enflasyon yüksekse sadece fiyatlar değil, insanların ses tonları da yükselir. Alım gücü düştükçe sadece sofralar küçülmez, sabırlar da küçülür. Bugün yaşanan gerilim; aslında sessiz bir çığlık… Birbirine kızan insanlar değil, birbirine sıkışmış hayatlar.
Toplumdaki gerilimi azaltmanın yolu yine ekonomiden geçiyor. İnsanlar geleceğini görebildiği an sakinleşir. Yarına dair umut, bugünün öfkesini törpüler. Cüzdan biraz rahatladığında, yürekler de rahatlar. Alım gücü arttığında, insanların birbirine tahammülü de artar. Türkiye’nin en büyük ihtiyacı, sadece fiyatların düşmesi değil; toplumsal nefes borusunun açılması. Planlı bir ekonomik politika, öngörülebilir bir gelir düzeni, üretimi ve istihdamı güçlendiren bir yaklaşım, toplumun psikolojik yükünü de hafifletir.
Ekonomi düzelmeden toplumsal barış tam anlamıyla sağlanamaz. Bugün sokakta birbirine omuz atan iki insan, aslında birbirine değil hayatın ağırlığına çarpıyor. Çare ise öfkeyi bastırmakta değil, öfkenin kaynağını kurutmakta. Toplumun gerilimi; ekonomik tablonun aynasıdır. Ve bu aynayı düzeltmenin yolu bellidir: adil gelir dağılımı, güçlü sosyal devlet, üretime dayalı ekonomi, şeffaf yönetim, vatandaşın cebine dokunan gerçek çözümler.
Son söz: Kaybettiğimiz o gülümsemeyi geri almak mümkün. Biz bu ülkenin insanları olarak zor günlerden çok geçtik, yine geçeriz. Fakat huzurun temeli iyi bir ekonomidir. Sokağa tekrar gülümsemenin, trafikte camdan bağırmadan yol vermenin, markette kasiyere “kolay gelsin” demenin yolu; umut verecek bir ekonomik düzenden geçiyor. Toplumdaki bu sert rüzgârı yumuşatmanın tek reçetesi, vatandaşın yaşam standardını gerçek anlamda iyileştirmektir. O gün geldiğinde, inanın; sokaklar da, yüzler de, sesler de değişecek.