Gazze bugün açlığın, ölümün ve sessizliğin adı. Ama bu sessizlik doğanın değil, bilinçli bir politikanın sonucudur. Çünkü orada açlığı kader değil, İsrail’in politikaları yaratıyor.
Her gün ekranlara düşen rakamlar—binlerce ölü, yüzlerce çocuk, yıkılan mahalleler—yalnızca soğuk istatistikler değil. Bunlar İsrail’in “güvenlik” adı altında yürüttüğü yıkım politikasının kanıtlarıdır. Dünyanın gözü önünde bir toplum, sistemli bir şekilde yok edilmek isteniyor.
Düşünün: Çocuklar açlıktan ölüyor, çünkü İsrail insani yardımı engelliyor. Gazze’nin sokaklarında yiyecek değil, enkaz var. Hastaneler hedef alınıyor; yaralıların, bebeklerin, doktorların üzerine bomba yağıyor. Bunun adına ne denir? Terör mü, soykırım mı, insanlık suçu mu? Herhangi bir vicdan sahibi için cevabı açıktır.
Daha birkaç gün önce Nasser Hastanesi bombalandı, 19 kişi öldü. İsrail bunu “soruşturacağız” diye geçiştiriyor. Oysa soruşturma değil, hesap verme zamanı. Çünkü hastaneleri vurmak, doktorları öldürmek, çocukları açlığa mahkûm etmek savaşın değil, vahşetin yöntemidir.
Gazze’de kıtlık ilan edildi. Yani insanların açlıktan ölmesi artık resmi olarak kayda geçti. Ama İsrail, bu raporları reddediyor. Çünkü açlıktan ölen çocukları bile inkâr etmek, gerçeği susturmak işlerine geliyor. Oysa dünya görüyor: Gazze’de açlıktan ölen bebekler, İsrail’in ablukasının doğrudan sonucudur.
Ve dünya? Hâlâ suskun. “İsrail’in güvenlik hakkı var” cümlesinin arkasına saklanan liderler, aslında kendi sessizlikleriyle bu vahşete ortak oluyor. Çünkü Gazze’de öldürülen her çocuk, sadece İsrail’in değil, susan dünyanın da utancıdır.
Bugün Gazze’de yaşananlar, askeri bir operasyon değil, insanlık dışı bir cezalandırmadır. İsrail’in tankları, uçakları, bombaları yalnızca binaları değil; insan onurunu, uluslararası hukuku, vicdanı da yerle bir ediyor.
Tarih bu günleri yazacak. Ve emin olun, satır aralarında şu cümle yer alacak:
“İsrail, Gazze’de insanlığı bombaladı; dünya seyirci kaldı.”