Küçük bir çocuk… Etrafında bir sürü insan olsa da gözleri hep bir boşluğu arıyor. Kimi zaman bir baba sesi, kimi zaman şefkatli bir anne eli. Ama yok. Sadece yokluk var. Biz ise bu sessizliği çoğu zaman duymuyoruz. Çünkü kendi konforlu hayatımıza gömülmüşüz. Oysa Kur’an’ın ilk sayfalarında bile “yetimi itip kakma” diye uyarı var. Sebebi açık: Bu çocuklar bizim vicdan terazimiz. Kimliğimizi, insanlığımızı, inancımızı orada tartıyoruz.
Peygamberimiz yetimdi. Annesi kucağını soğuttuğunda henüz küçücük bir çocuktu. Sonra dedesi, ardından amcası… Kayıpların üzerine inşa edilmiş bir çocukluk düşünün. Ama işte tam da bu yüzden, yetim deyince Resûlullah’ın kalbi titrerdi. O yüzden “Yetimi gözetenle cennette yan yanayım” derken parmaklarını birbirine kenetleyerek gösterdi. Hem de büyük sözlerle değil, sade ve etkileyici bir dille. Çünkü yetimin gözyaşını silmek, sadece bir iyilik değil, Allah katında büyük bir ayrıcalıktı.
Bugün hâlâ yetim çocuklar var. Onlar ne cami avlularında ne de gazete sayfalarında. Onlar yanı başımızda. Depremde ailesini kaybetmiş çocuklar, savaş bölgelerinden kaçan minikler, maddi imkânsızlık yüzünden öksüz kalan yavrular. Modern dünyanın içinde, dijital kalabalıkların ortasında sessizce büyüyen, sesi duyulmayan çocuklar. Onlar da yetim. Ve onların tek umudu, hâlâ merhamet taşıyan bir kalbe denk gelmek.
Kur’an açık konuşuyor: “Yetimi ezme.” Daha da ötesi, yetimin malına göz dikenleri cehennemle uyarıyor. Ama mesele sadece bir çocuğa kötü davranmak değil. Asıl mesele, o çocuğun hayatından habersiz yaşamak. Görmezden gelmek. “Bana ne” demek. İşte asıl suç burada başlıyor. Zira her yetim, bize yüklenmiş bir emanettir. Göz göre göre bu emaneti yere düşürürsek, hesabını da veririz.
İyilik yapmak zor değil. Maddi yardım edersin, olur. Bir burs verirsin, yine olur. Ama mesele para vermek değil. Asıl olan, o çocuğun kalbine dokunmak. Ona insan gibi davranmak. Başını okşarken, güven duygusunu hissettirmek. Belki adını bile bilmediğin bir çocuk, bir gece senin için dua eder. Kim bilir, o dua senin kaderini değiştirir. Çünkü Resûlullah’ın dediği gibi, “Yetimin başını okşayan, her teli için sevap kazanır.” Bu, mecaz değil. Bu, Allah’ın vaadidir.
Çok fazla vakıf var, yardım kurumu var, online bağış kanalları var. Ama eksik olan şey belli: samimiyet. Sosyal medyada “yardım ettim” diye paylaşan çok. Ama gerçekten kalpten destek olan az. Yetim meselesi vitrine değil, vicdana bakar. O yüzden bu konu, gösterişli kampanyalardan çok daha öte. Sessiz bir sadaka gibidir yetime sahip çıkmak. Belki kimse görmez ama Allah mutlaka görür.
Bir toplum, yetimlerine nasıl davrandığıyla ölçülür. Çünkü yetim, gelecektir. Ona sahip çıkan toplum, yarınını sağlam temele oturtur. Sahip çıkmayan ise kendi geleceğini zayıflatır. O çocuklar iyi bir eğitim alır, değer görürse; ilerde kendisi gibi olanlara el uzatır. Ama eğer yalnız bırakılırsa, içindeki kırgınlık büyür. Ve bu kırgınlık, topluma da zarar verir. O yüzden bu mesele sadece ahiret yatırımı değil, aynı zamanda toplumsal bir sorumluluktur.
Ve unutmayalım; mesele çocuğa ayakkabı almak değil, o ayakların güvenle yürüyebileceği bir dünya bırakmaktır. Belki de cennetin kapısı, bir yetimin gözlerine baktığın o anda açılıyor sana. Belki de kurtuluşun, hiç farkında olmadan kalbine dokunduğun o çocuğun duasında gizli. Öyleyse bizden istenen, çok da büyük bir şey değil: Sadece biraz merhamet, biraz ilgi, biraz farkındalık… Çünkü yetimlerin duası, Allah katında yerdedir ama arşa yükselir. Ve o dua, belki senin adını yazdırır kazananlar arasına…